Kitabe-i Seng-i Mezar

 

I

 

Hiçbir şeyden çekmedi dünyada

Nasırdan[1] çektiği kadar;

Hatta çirkin yaratıldığından bile

O kadar müteessir değildi;

Kundurası[2] vurmadığı zamanlarda

Anmazdı ama Allah'ın adını,

Günahkar da sayılmazdı.

 

Yazık oldu Süleyman Efendi'ye.

 

II

 

Mesele falan değildi öyle,

To be or not to be[3] kendisi için;

Bir akşam uyudu;

Uyanmayıverdi.

Aldılar, götürdüler.

Yıkandı, namazı kılındı, gömüldü.

Duysalar öldüğünü alacaklılar

Haklarını helal ederler elbet.

Alacağına gelince...

Alacağı yoktu zaten rahmetlinin.

 

III

 

Tüfeğini depoya[4] koydular,

Esvabını[5] başkasına verdiler.

Artık ne torbasında ekmek kırıntısı,

Ne matarasında[6] dudaklarının izi;

Öyle bir ruzigar ki,

Kendi gitti,

İsmi bile kalmadı yadigar.

Yalnız şu beyit kaldı,

Kahve ocağında, el yazısıyla:

"Ölüm Allah'ın emri,

"Ayrılık olmasaydı."

 

1938-1940-1941

 

İstanbul'u dinliyorum

 

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı

Önce hafiften bir rüzgar esiyor;

Yavaş yavaş sallanıyor

Yapraklar ağaçlarda;

Uzaklarda, çok uzaklarda,

Sucuların hiç durmayan çıngırakları

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

 

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;

Kuşlar geçiyor, derken;

Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.

Ağlar[7] çekiliyor dalyanlarda[8];

Bir kadının suya değiyor ayakları;

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

 

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;

Serin serin Kapalıçarşı

Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa

Güvercin dolu avlular

Çekiç sesleri geliyor doklardan[9]

Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları;

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

 

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;

Başımda eski alemlerin sarhoşluğu

Loş[10] kayıkhaneleriyle bir yalı;

Dinmiş lodosların[11] uğultusu içinde

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

 

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;

Bir yosma geçiyor kaldırımdan;

Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.

Bir şey düşüyor elinden yere;

Bir gül olmalı;

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

 

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;

Bir kuş çırpınıyor eteklerinde;

Alnın sıcak mı, değil mi, bilmiyorum;

Dudakların ıslak mı, değil mi, bilmiyorum;

Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından

Kalbinin vuruşundan anlıyorum;

İstanbul'u dinliyorum.

 

1947

 

Anlatamıyorum

 

(moro romantico)

 

Ağlasam sesimi duyar mısınız,

Mısralarımda;

Dokunabilir misiniz,

Göz yaşlarıma, ellerinizle?

Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,

Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu

Bu derde düşmeden önce.

Bir yer var, biliyorum;

Her şeyi söylemek mümkün;

Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;

Anlatamıyorum.

 

1940

 

Vatan için

 

Neler yapmadık şu vatan için!

Kimimiz öldük;

Kimimiz nutuk söyledik.

 

1946

 

Böcekler

 

Düşünme,

Arzu et sade!

Bak, böcekler de öyle yapıyor.

 

Davet

 

Bekliyorum

Öyle bir havada gel ki,

vazgeçmek mümkün olmasın!

 

***

 

Deli eder insanı bu dünya,

Bu gece, bu yıldızlar, bu koku,

Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç.

 

Beni bu güzel havalar mahvetti

 

Beni bu güzel havalar mahvetti,

Böyle havada istifa ettim

Evkaftaki[12] memuriyetimden.

Tütüne böyle havada alıştım,

Böyle havada aşık oldum.

Eve ekmekle tuz götürmeyi;

Böyle havalarda unuttum.

Şiir yazma hastalığım;

Hep böyle havalarda nüksetti[13].

Beni bu güzel havalar mahvetti.

 

1940

 

Rüya

 

Annemi ölmüş gördüm rüyamda

Ağlayarak uyanışımı hatırlattı bana,

Bir bayram sabahı

Gökyüzüne kaçırdığım balonuma[14] bakarak

Ağlayışımı...

 

1938

 

Gün Olur

 

Gün olur, alır başımı giderim,

Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda

Şu ada senin, bu ada benim,

Yelkovan kuşlarının peşi sıra.

Dünyalar vardır, düşünemezsiniz;

Çiçekler gürültüyle açar;

Gürültüyle çıkar duman topraktan.

Hele martılar[15], hele martılar,

Her bir tüyünde ayrı bir telaş!

Gün olur, başıma kadar mavi;

Gün olur, başıma kadar güneş;

Gün olur, deli gibi...

 

1947

 

Dalgacı[16] Mahmut

 

İşim gücüm budur benim,

Gökyüzünü boyarım her sabah,

Hepiniz uykudayken.

Uyanır bakarsınız ki mavi.

Deniz yırtılır kimi zaman,

Bilmezsiniz kim diker;

Ben dikerim.

Dalga geçerim kimi zaman da,

O da benim vazifem;

Bir baş düşünürüm başımda,

Bir mide düşünürüm midemde,

Bir ayak düşünürüm ayağımda,

Ne halt edeceğimi bilemem.

 

1949

 

Giderayak[17]

 

Handan, hamamdan geçtik

Gün ışığındaki hissemize razıydık

Saadetinden geçtik

Ümidine razıydık

Hiçbirini bulamadık

Kendimize hüzünler icadettik

Avunamadık

Yoksa biz...

Biz bu dünyadan değil miydik?

 

1945

 

Ben Orhan Veli

 

Ben Orhan Veli

"Yazık oldu Süleyman Efendiye"

Mısra-i meşhurunun mübdii[18]...

Duydum ki merak ediyormuşsunuz,

Hususi hayatımı,

Anlatayım:

Evvela adamım, yani

Sirk hayvanı falan değilim.

Burnum var, kulağım var,

Pek biçimli olmamakla beraber.

Bir evde otururum,

Bir işte çalışırım.

Ne başımda bulut gezdiririm,

Ne sırtımda mühr-ü nübüvvet[19].

Ne İngiliz kralı kadar

Mütevaziyim,

Ne de Celal Bayar'ın

Sabık ahır usağı gibi aristokrat.

Ispanağı çok severim

Puf böreğine hele

Biterim

Malda mülkte gözüm yoktur.

Vallahi yoktur.

Oktay Rıfat'la Melih Cevdet'tir

En yakın arkadaşlarım.

Bir de sevgilim vardır pek muteber;

İsmini söyleyemem

Edebiyat tarihçisi bulsun.

Ehemmiyetsiz şeylerle de uğraşırım,

Meşgul olmadığım ehemmiyetsiz

Sadece üdeba arasındadır.

Ne bileyim,

Belki daha bin bir huyum vardır.

Amma ne lüzum var hepsini sıralamaya?

Onlar da bunlara benzer.

 

1940

 

Efkarlanırım

 

Mektup alır, efkarlanırım;

Rakı içer, efkarlanırım;

Yola çıkar, efkarlanırım.

Ne olacak bunun sonu, bilmem.

'Kazımın' türküsünü söylerler,

Üsküdar'da;

Efkarlanırım.

 

1940

İstanbul Türküsü

 

İstanbul'da, Boğaziçi'nde,

Bir fakir Orhan Veli'yim;

Veli'nin oğluyum,

Tarifsiz kederler içinde.

 

Urumelihisarı'na oturmuşum;

Oturmuş da bir türkü tutturmuşum:

 

"İstanbul'un mermer taşları;

Başıma da konuyor, konuyor aman, martı kuşları;

Gözlerimden boşanır hicran yaşları;

Edalım,

Senin yüzünden bu halim."

 

"İstanbul'un orta yeri sinama;

Garipliğim, mahzunluğum duyurmayın anama;

El konuşur, sevişirmiş; bana ne?

Sevdalım,

Boynuna vebalim."

 

İstanbul'da, Boğaziçi'ndeyim;

Bir fakir Orhan Veli;

Veli'nin oğlu;

Tarifsiz kederler içindeyim.

 

1945

 

[1] Nasır - döyənək, mazol

[2]Kundura - bağsız ayaqqabı

[3]To be or not to be – olum, ya ölüm

[4]Depo - anbar

[5]Esvab - paltar

[6]Matara - metal suqabı

[7]Ağ - tor

[8]Dalyan - sahilə yaxın yerdə balıq ovlanan yer

[9]Dok - Gəmilərin təmir olunduğu karxana

[10]Loş - yarıqaranlıq

[11] Lodos -cənub qərb  küləyi

[12]Evkaf - vəqf

[13]Nüksetti - təkrarlandı

[14]Balon - şar

[15]Martı - qağayı

[16]Dalgacı - zarafatcıl

[17]Giderayak - son anda

[18]Mısra-i meşhurunun mübdii - məşhur misrasının yaradıcısı

[19]mühr-ü nübüvvet - peyğəmbərlik möhürü

 

Orhan Veli

 

Ədəbiyyat qəzeti.- 2023.- 4 fevral.- S.5.