Araz Aslanlı
Azerbaycan Topraklarının Ermenistan Tarafından
İşgali Sorununda Meşru Müdafaa Hakkı
SPOT 1: Sorunun 1980’lerdeki ortaya çıkışı Ermenistan’ın, Azerbaycan’ın eski Dağlık Karabağ Özerk Bölgesini kendi topraklarına katmak istemesi şeklinde başlamıştır. 1 Aralık 1989’da Ermenistan Parlamentosu bunu destekler karar almış ve hala bu kararından dönmemiştir
SPOT 2: BM Güvenlik Konseyi kararlarında, Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki savaşın endişe verici boyutundan, ‘Ermenilerin işgalinden’, ‘Kelbecer’in ve diğer işgal edilen bölgelerin terk edilmesi gerektiğinden’ bahsedilmiştir
SPOT 3: Ermenistan Parlamentosunda yapılan görüşmelerde Ermenistan Savunma Bakanı Serj Sarkisyan, yaptığı konuşmada, ‘İşgal ettiğimiz topraklar var. Bunda utanılacak bir şey yok. Güvenliğimiz gereği bu toprakları işgal ettik. Biz bunu 1992 yılı ve öncesinde de söylüyorduk, şimdi de söylüyoruz. Belki üslubum diplomatik değil, ancak gerçek bu’ ifadelerine yer vermiştir
SPOT 4: Azerbaycan’ın, BM Güvenlik Konseyi’ne bilgi vermek suretiyle ve sadece Ermenistan işgali altında bulunan topraklarını kurtarmak amacıyla (yani Ermenistan’ın içerisine yönelik olarak bunu devam ettirmemek kaydıyla) kuvvet kullanma yoluna başvurabilme hakkı tartışılmazdır
Karabağ sorunu olarak da tanımlanan, Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki sorun, çok boyutlu bir sorun olma özelliğine sahiptir. Biz bu çalışmamızda sorunun boyutlarından birisi olan Ermenistan’ın yayılmacılık politikası, onun günümüzdeki sonuçlarından bir tanesi olan Azerbaycan topraklarının Ermenistan tarafından işgal edilmesi ve bu durumun Azerbaycan’a meşru müdafaa hakkı verip vermediği, bu hak varsa, onun devam edip etmemesi hususları üzerinde duracağız.
Sorunun Mahiyeti
Sorunun 1980’lerdeki ortaya çıkış şekli Ermenistan’ın, Azerbaycan’ın eski Dağlık Karabağ Özerk Bölgesini kendi topraklarına katmak istemesi şeklinde olmuştur. 1 Aralık 1989’da Ermenistan Parlamentosu bu doğrultuda bir karar almış ve hala bu kararından dönmemiştir. Fakat, bu karar ve Ermenistan’ın bu doğrultudaki resmî istekleri, yürürlükteki SSCB Anayasası’na ve cumhuriyetlerin anayasalarına aykırı bulunarak hem dönemin merkezi Moskova yönetimi, hem de Azerbaycan yönetimi tarafından reddedilmiş ve kınanmıştır. Yayılmacı politikalarını resmî ağızlardan da ifade eden ve bu doğrultuda kararlar alan Ermenistan, Birleşmiş Milletler’e (BM) üye olunca uluslararası hukuk karşısında zor durumda kalmamak için, amaçlarından vazgeçmemekle birlikte politika değişikliğine gitmiştir. Önceleri, Azerbaycan ile aralarındaki çatışmaların ve savaşın nedeninin toprak elde etmek ve genişlemek olduğunu açıkça ifade etmekten çekinmeyen Ermenistan yönetimi, bu defa bölgedeki olayları farklı şekilde tanımlama gereği hissetmiştir. Örneğin, bölgede aslında savaşın söz konusu olmadığını, Azerbaycan’ın zulmünden kurtulmaya çalışan Ermeni halkın bağımsızlık mücadelesi verdiğini, Ermenistan’ın ise sadece bu bağımsızlık mücadelesini desteklediğini ifade etmeğe başlamıştır. Fakat, tüm bunlar, Ermenistan dış politikasının saldırgan ve yayılmacı niteliğini gizlemeğe yetmemiştir. Günümüzde halen, bu politikasını sürdürmekle beraber, her düzeydeki Ermenistan yetkilileri, gerekirse işgal ettikleri toprakların önemli bir kısmını ilhak edebileceklerini de ifade etmekten çekinmemektedirler. Bunun yanısıra, Ermenistan işgali altında bulunan Azerbaycan toprakları fiilen Ermenistan’ın bir parçası durumundadır. Bu topraklar üzerinde yaşamakta olan Azerbaycan vatandaşı Ermeniler, dış dünya ile resmî bağlantılarını Ermenistan aracılığıyla sağlamakta, Ermenistan’ın iç politikasında aktif rol almakta, aynı şekilde Ermenistan merkezî yönetimi yetkilileri sürekli işgal ettiği topraklara giderek buradaki durumu değerlendirmekte ve buralara ilişkin çeşitli alanlarda (askerî, kültürel, toplumsal) politikalar geliştirmektedir. Tüm bunlar, aslında Ermenistan’ın, işgal ettiği Azerbaycan topraklarını ülkesine katmak amacından hiç uzaklaşmadığını, tam tersine, günümüzde dış politikasında taktik değişikliğine gitmesine rağmen, ilk baştaki genişlemeci politikasını fiiliyatta uygulamaya devam ettiğini göstermektedir.
Azerbaycan-Ermenistan Savaşında Meşru müdafaa
Şimdi de, uluslararası hukuksal düzenlemeler ve yapıla-geliş çerçevesinde, Azerbaycan’ın meşru müdafaa hakkının durumunu ele alalım.
Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki savaş, olaya bakış açısına göre, farklı şekillerde değerlendirilebilir. Çalışmamızın ilk kısmında da ifade ettiğimiz gibi, üzerine vurgu yaptığımız husus, Ermenistan’ın yayılmacılığı, komşuları için tehdit oluşturması, Azerbaycan’a, İran’a, Gürcistan’a, Türkiye’ye ve hatta sınır komşusu olmayan Rusya’ya yönelik toprak talepleri içerisinde olmasıdır. Fakat, Azerbaycan-Ermenistan savaşında tüm bunların ötesinde bir de fiiliyat, yani, tehdit oluşturmanın ötesinde bir işgal söz konusudur. Bu durum, yukarıda önemli kısmına değindiğimiz uluslararası hukuk metinlerinde de yer almakla birlikte, genelde Ermenistan yetkililerince reddedilmekte, bölgede bir işgalin söz konusu olmadığı, ‘Karabağ Ermenilerinin bağımsızlık girişimlerinin bulunduğu’ ifade edilmektedir. Fakat, bazı durumlarda, Ermenistan devlet yetkililerinin de işgali kabul ettikleri görülmüştür. Bunun bir örneği 17 Mayıs 2001 ortalarında yaşanmıştır. Bu tarihte, Ermenistan Parlamentosunda yapılan görüşmelerde önce Ermenistan Savunma Bakanı Serj Sarkisyan, yaptığı konuşmada, ‘İşgal ettiğimiz topraklar var. Bunda utanılacak bir şey yok. Güvenliğimiz gereği bu toprakları işgal ettik. Biz bunu 1992 yılı ve öncesinde de söylüyorduk, şimdi de söylüyoruz. Belki üslubum diplomatik değil, ancak gerçek bu’ ifadelerine yer vermiştir. Ardından, bu konuşmaya gelen ilk tepkiler üzerine açıklama yapan Ermenistan Dışişleri Bakanı Vartan Oskanyan da konuşmasında işgalden söz etmiş, ancak Taşnak Partisi'nin kendisinden bu sözlerle ilgili bir izah istemesi üzerine daha sonra geri adım atmıştır.
Ağustos 2002’de Azerbaycan Devlet Başkanı Haydar Aliyev ile Ermenistan Devlet Başkanı Robert Koçaryan arasında iki ülke sınırındaki Sederek’te görüşme gerçekleştirildiği sırada açıklama yapan, Ermenistan Savunma Bakanı Serj Sarkisyan, işgal bölgesinde Ermenistan askerlerinin bulunduğunu resmen ifade etmiş ve bunun normal olduğunu eklemiştir. Aynı açıklamasında Sarkisyan, Karabağ bölgesini hiçbir zaman Azerbaycan toprağı olarak görmediklerini de vurgulamıştır.
Şunu belirtelim ki, eğer Briand-Kellog Paktı ve BM Antlaşması öncesi durum söz konusu olsaydı, Azerbaycan, Ermenistan kuvvetlerini işgal ettikleri Azerbaycan topraklarından çıkarma, hatta bunun ötesinde yayılmacılık politikalarıyla tehdit kaynağı oluşturması nedeniyle, günümüzde örneklerine de rastlanıldığı üzere, Ermenistan’ın içine de müdahale edebilirdi. Fakat, Briand-Kellog Paktı ve BM Antlaşması ile birlikte uluslararası ilişkilerde kuvvet kullanılması yukarıda üzerinde durduğumuz çerçevede sınırlandırıldığı için, Azerbaycan, sadece meşru müdafaa hakkı doğrultusunda kuvvet kullanma yoluna başvurabilir. Peki, bunun dayanakları nedir ve çerçevesi nasıl olmalıdır?
Öncelikle, meşru müdafaa için şart olan saldırıya uğrama fiili üzerinde duralım. Günümüzde Azerbaycan topraklarının işgal edilmiş olması, kimse tarafından reddedilmeyen bir husustur. Yukarıda, üzerinde çeşitli örneklerle de durduğumuz üzere, hem BM Güvenlik Konseyi kararlarında, hem diğer bir çok uluslararası hukuk metinlerde bu husus kesinlikle kabul edilmiştir. Burada, tartışılması gerektiği iddia edilebilecek husus, Azerbaycan topraklarının Ermenistan tarafından işgal edilmiş olup olmadığı hususudur. Çünkü, BM Güvenlik Konseyi kararlarında, saldırgan tarafın Ermenistan olması hususu açıkça gösterilmemektedir. Fakat, tüm bu kararlarda, sorununun Ermenistan ile Azerbaycan arasında olduğunun vurgulanması, bazı uluslararası belgelerde ve bazı devletlerin açıklamalarında işgalci devletin Ermenistan olmasının açıkça belirtilmesi, Ermenistan yetkililerinin de çeşitli vesilelerle işgali ve Azerbaycan topraklarında halen asker bulundurmayı kabul etmeleri, Azerbaycan’ın Ermenistan tarafından silahlı saldırıya uğramış olduğunun, yani Ermenistan’ın BM Antlaşması 2/4 maddesini ihlal ettiğinin göstergeleri olarak kabul edilmelidir. BM Güvenlik Konseyi belgelerinde, Ermenistan’ın isminin açıkça saldırgan ülke olarak gösterilmemesi, daha önce de ifade ettiğimiz üzere, konsey üyelerinin tutumlarından kaynaklanan somut bir durumdur. Bu arada, Ermenistan Parlamentosu’nun 1 Aralık 1989 tarihli, Azerbaycan’ın Karabağ bölgesini topraklarına katmak doğrultusunda aldığı kararı halen yürürlükten kaldırmadığını da tekrar vurgulayalım.
Bunun yanında, Ermenistan, BM Genel Kurulu 2625 sayılı kararını da açıkça ihlal etmiştir. Ermenistan, bir dönem, politika değişikliğine giderek, Azerbaycan’ın Karabağ bölgesini topraklarına katmak istemediğini, sadece bölgenin sözde bağımsızlık mücadelesini desteklediğini ifade etmiştir. Örneğin, Ermenistan Savunma Bakanı Serj Sarkisyan, 11 Ekim 2001’de işgal altında tuttukları Azerbaycan toprakları ve Erivan’da temaslarda bulunan Azerbaycanlı gazetecilerle yaptığı görüşmede Yukarı Karabağ’ı savunmak amacıyla sözde cumhuriyetin ordusunda görev almak isteyen Ermenistan vatandaşlarını destekleyeceklerini söylemiştir. Sarkisyan, işgal edilmiş bölgedeki Ermenistan vatandaşlarının sayısını bilemediğini belirterek, ‘Ancak oradaki Ermenistan vatandaşlarının sayısı, Yukarı Karabağ’ın güvenliğini sağlayacak düzeydedir. Ermenistan, Yukarı Karabağ’ın güvenliğinin garantörüdür’ demiştir. Bu ve Ermenistan yetkililerinin, Azerbaycan’ın meşru müdafaa hakkını kullanmaya kalkarsa, savaşın Bakü’de biteceği şeklindeki açıklamaları, diğer bir çok uluslararası hukuk metni ile beraber 2625 sayılı karara da açıkça aykırılık teşkil etmektedir.
Ermenistan’ın kendi kabul ettiği ölçüde yaptıkları, BM Genel Kurulu 3314 sayılı kararına da uygun değildir. 3314 sayılı kararın 3. maddesinde sayılanlar, Ermenistan’ı açıkça saldırgan devlet durumuna düşürmektedir.
Ermenistan bazan bunlardan bir kısmını kabul etmese bile, kararın g) şıkkında ‘Bir devlet tarafından ya da onun adına başka bir devlete karşı yukarıda sayılan eylemlere bulaşacak ölçüde silahlı güç kullanma eylemleri gerçekleştiren silahlı kollar, gruplar, düzensiz birlikler ya da lejyonerler gönderilmesi veya devletin bu yönden önemli ölçüde karışmış olması’ şeklinde tanımlanan fiilleri gerçekleştirdiğini her zaman kabul etmiştir. Bu fiil, Uluslararası Adalet Divanı’nın(UAD) 1986 Nikaragua Davası Kararı’nda silahlı saldırı olarak tanımlanmıştır ve dolayısıyla meşru müdafaa hakkı vermektedir.
Azerbaycan, meşru müdafaa hakkını gerçekleştirmek için, BM Güvenlik Konseyi’ne bilgi vermelidir. Gerçi, daha önce BM Güvenlik Konseyi’nin konuya ilişkin kararlar almış olduğu ve bu nedenle de Azerbaycan’ın meşru müdafaa hakkının artık ortadan kalmış olduğu ileri sürülebilir. Fakat, BM Antlaşması’nın 51. maddesine göre, Azerbaycan’ın meşru müdafaa hakkı, ‘Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek’ geçerli olmaktadır. Yani, meşru müdafaa hakkına son verecek önlemlerin, bu hakkın amaçlarını etkili olarak gerçekleştirecek kapasitede olması gerekmektedir. Soruna günümüz çerçevesinde bakarsak, böyle bir durumun söz konusu olmadığını görmekteyiz. Azerbaycan toprakları halen Ermenistan işgali altındadır. İşgalin sona erdirilmesi için belirli bir plan söz konusu değildir ve zaman Azerbaycan’ın aleyhine işlemektedir. Dolayısıyla, Azerbaycan, BM Güvenlik Konseyi’ne bilgi vermek suretiyle meşru müdafaa hakkı doğrultusunda, topraklarını işgalden kurtarmak için kuvvet kullanma yoluna gidebilir.
Azerbaycan, meşru müdafaa hakkı doğrultusunda kuvvet kullanma yoluna başvururken, orantılılık ilkesine dikkat etmek zorundadır. Azerbaycan’ın meşru müdafaa hakkı, Ermenistan’ın haksız fiiline dayandığına göre, Azerbaycan’ın kuvvet kullanmaktaki amacı, sadece işgal altındaki topraklarını kurtarmak olmalıdır.
Azerbaycan’ın meşru müdafaa hakkına sahip olup olmaması bakımından sorgulanacak bir diğer nokta, saldırı ile meşru müdafaa hakkı arasındaki zaman bağlantısıdır. Bu konuda BM Antlaşması’nda bir zorlayıcı hüküm bulunmamakla beraber, akıllarda soru kalmaması için bu hususa değinmeği gerekli görmekteyiz. Gerçekten de, Ermenistan’ın saldırılarına başlamasının üzerinden 10 yılı aşkın bir süre geçmiştir ve uzun süreden beridir iki ülke arasında ateşkes hali söz konudur. Azerbaycan, Ermenistan’ın ilk saldırıları karşısında hemen meşru müdafaa hakkını kullanmaya çalışmış ve bir ölçüde de başarılı olmuştur. Ama, Ermenistan’ın yoğunlaşan saldırılarını önleyememiş (nedenleri üzerinde durmuyoruz) ve topraklarının bir kısmı, resmî uluslararası belgelere de yansıdığı üzere işgal edilmiştir. İşgalin yoğunlaşması ve tek başına bunu önleyememesi üzerine, Azerbaycan’ın ateşkes antlaşması (barış antlaşması değil) yapmaktan başka çaresi kalmamıştır. Fakat, geçen süre içerisinde, Azerbaycan, topraklarının işgal altında kalmasını kabul etmeyeceğini, kuvvet kullanma yoluna başvurma dahil, topraklarını işgalden kurtarmak için tüm haklarını saklı tuttuğunu bir çok kere ifade etmiştir. Azerbaycan’ın ilk saldırı sırasında kendisini savunmak için yeterli güce sahip olamaması ve ateşkese yanaşmak zorunda kalması, işgali kabul etmemesi ve topraklarını işgalden kurtarmak için kuvvet kullanma yoluna başvurma dahil, tüm haklarını saklı tuttuğunu bir çok kere ifade etmiş olması, yani bu doğrultudaki iradesini sürdürmesi, meşru müdafaa hakkında zaman bağlantısı açısından bir sorunun söz konusu olamayacağını göstermektedir.
Tüm bunların yanında, Ermenistan’ın her düzeydeki yetkilileri Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü tanımadıklarını açıkça ifade etmekte, işgal altında tuttukları toprakların hiçbir zaman Azerbaycan’a bırakılmasının söz konusu olamayacağını ifade etmektedirler. Sadece bu bile, devletin varlığına ve bütünlüğüne yönelmiş saldırıların meşru müdafaaya hak kazandırdığına yönelik tezler ışığında, Azerbaycan’a meşru müdafaa hakkı vermektedir.
Sonuç
Sonuç olarak şunu belirtelim ki, Azerbaycan’ın, BM Güvenlik Konseyi’ne bilgi vermek suretiyle ve sadece Ermenistan işgali altında bulunan topraklarını kurtarmak amacıyla (yani Ermenistan’ın içerisine yönelik olarak bunu devam ettirmemek kaydıyla) kuvvet kullanma yoluna başvurabilme hakkı tartışılmazdır. Bu ifade edilirken, kuşkusuz amaç kuvvet kullanmayı özendirmek değildir. Devletler arasındaki sorunların çözümünde mümkün olduğunca kuvvet kullanma yoluna gidilmemesi gerektiği, bu yola başvurulmasının insanlık ve uygarlık için ortaya çıkardığı tehlike herkesçe bilinmektedir. Fakat, işgal durumuna bu kadar uzun süre göz yummanın uluslararası barış ve güvenlik adına, dolayısıyla insanlık ve uygarlık adına daha tehlikeli sonuçlar doğurabileceği de itiraz edilemeyecek hususlar olsa gerekir. Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki mevcut işgal durumunun bölgesel ve küresel barış ve güvenliği tehdit ettiği, kalkınmayı ve işbirliğini engellediği herkesçe bilinmektedir. Bunların yanısıra yayılmacılığın, en azından göz yumulmak suretiyle de olsa, teşvik edilmesinin bölge ve dünya genelinde doğuracağı olumsuz sonuçlar da rahatlıkla tahmin edilebilir.
Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünün ve Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarını işgal etmesinden zarar görmekte olan, Ermeniler dahil tüm Azerbaycan vatandaşlarının normal yaşama dönmelerinin bir an önce sağlanması gerekmektedir. Bunun için Azerbaycan, önceden, 6 ay ya da 1 yıl gibi belirli bir süre vererek, Ermenistan’ın, işgal ettiği Azerbaycan topraklarını şartsız olarak terk etmesini isteyebilir. Azerbaycan, BM Antlaşması’nın 51. maddesi ile saklı kalan meşru müdafaa hakkını kullanmak için kuvvet kullanma yoluna başvurabilir.